“Hekaton’la Son Tango” kitabıyla 2024 Necip Fazıl Fikir-Araştırma Ödülü'nü alan Psikiyatrist Yazar Dr. Mustafa Merter, törende yaptığı konuşmada aileyi ve toplumu hedef alan saldırıları özetledi, İslam aleminin kendini koruması için “ hilal duvarı” oluşturması çağrısı yaptı.
İnsanlığa karşı açılmış bir savaş olduğuna dikkati çeken Merter, Yahudilerin aileyi şu beş cephede hedef aldığını söyledi:
Ailede babanın güçlü lider otoritesi hedef alındı.“Çocuklar bırakın kendi doğrularını kendileri bulsun” anlayışıyla “ben nesli” ortaya çıktı.Kadınlar, erkeksi varoluş modeline teşvik edildi. Evlilikler geciktirildi.Aileden başlayarak, her türlü cinsel sapkınlık küresel çapta teşvik edildi.Kadın-erkek farkını ortadan kaldırılarak cinsiyetsiz toplum yaratma projesi devreye sokuldu.Küresel çapta LGBT propagandası yapılması ve İstanbul Sözleşmesi’nin bu projeye destek olduğunu vurgulayan Merter, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan ve 2010’lu yıllardan itibaren hız kazanan sistematik saldırıyı Haber7’ye anlattı. Merter'in açıklamaları şöyle:
Necip Fazıl Ödül Töreni’nde bendeniz Cumhurbaşkanımıza ve devlet büyüklerimize bazı sosyal meseleler üzerine bir şeyler iletmeye çalıştım.
Güncel bazı problemler var. Evlilik oranlarının düştüğü, evlilik yaşının çok ileriye gittiği gibi, Cumhurbaşkanımızın da temas ettiği bir durumla karşı karşıyayız. Bunun dışında bütün toplumu bir şekilde çalkalandıran son zamanlardaki cinsel sapkınlıklarla bir şekilde karşı karşıyayız. Bu sapkınlıklara LGBT diyorlar. Bu tabiri kullanmak istemiyorum çünkü böyle bir şey yok. İki cinsiyet vardır: Kadın ve erkek. Fakat bir şekilde böyle bir şey sanki varmış gibi bize yönlendirme yaptılar. Ayrıca yine bazı toplum dinamiklerinden bir tanesi de cinsiyetsizleştirme. Kadın-erkek farkını ortadan kaldırma. Bunu da sözde insan haklarını, kadın haklarını koruyormuşçasına kadın-erkek farkını ortadan kaldırma girişimi. İstanbul Sözleşmesi maalesef bu cinsiyetsizleştirme projesi için alet oldu. Çok büyük devlet refleksiyle Cumhurbaşkanımız fark etti ve yürürlükten kaldırıldı.
Evvela benim mevzuyla temasım şöyle oldu: Bir yurtdışı seyahati esnasında bir STK başkanı beni aradı. "Sizden yardım istiyoruz, cinsel sapkınlıklarla ilgili” dedi. Bir saat kadar bir konuşma yaptık. Konuştuk sonra arabaya bindim, radyoyu açtım. İsviçre radyosunda çocuklarla mülakat yapılıyor. Bu mülakatta da çocuklar diyor ki: Benim iki babam var. Beraber piknik yapmaya gidiyoruz. İki baba dediği yani iki eşcinsel evlenmiş, evlat edinmişler. Bir başka çocuk da “Benim iki annem var” diyor. Ben dondum kaldım. Tıp fakültesini İsviçre’de okudum. “Benim zamanımda, yani 70’li yılların sonunda İsviçre’de böyle bir şey olabilir miydi? Bir devlet radyosunda böyle bir şey savunulabilir miydi?” dedim. O telefonla da bunu irtibatlandırdım. Tevafuk anlamlı rastlantı demektir. “Burada anlamlı rastlantı var. Son 70 senenin sosyolojik açıdan meta analizini yapacağım” dedim. Sonunda o ödül kazanan “Hekaton’la Son Tango” kitabını yazmaya karar verdim. Baştan anlamadım ne olduğunu. Cinsiyet meseleleri, sapkınlıklar vs. Erkek eşcinselliği, kadın eşcinselliği… Sonra baktım ki bundan ibaret değil. 70 senede başka değişiklikler de oldu.
Bu insanlığa karşı açılmış bir savaş. Onu da bu çalışma esnasında Amerikalı Judith Butler isimli sosyolog bunu açık açık söylüyor. “Bizim derdimiz LGBT falan değil. Gerçekliği yeniden yapmak istiyoruz” diyor. “İnsanlığı yeniden yapılandırmak istiyoruz” diyor. Bu kadın da İstanbul Sözleşmesi’nin fikir babalarından bir tanesidir.
AİLEYİ VE TOPLUMU HEDEF ALAN SALDIRININ BEŞ CEPHESİ
Birinci cephe 1970’de Amerika’da bir hareket başlıyor. Bir öğretmenin çocuğa “bu doğrudur, bu yanlıştır” demesini yasaklayan, “çocuk doğruları bırak kendi bulsun” diye başlatılan bir hareket. Türkçeye çevirirsek “değerleri yeniden yapılandırma” diyebiliriz. Bu tamamen aklın almayacağı bir şey. Bir çocuğa bir öğretmen veya din adamı veya aile büyüğünün, “Bak oğlum şunu yaparsan şöyle olur” dememesi lazım, çocuk doğruyu kendi bulacak diyorlar. 500 binin üzerinde kitap yayımlanıyor. Bilmem ne kadar öğretmene ders veriyorlar. Neticede bugün Amerika’da gördüğümüz –gençliğin durumunu görüyoruz- hazin manzara ortaya çıkıyor. 2009 yılında Türkiye’de yayınlattığım bir kitapta, Jean M. Twenge diye bir sosyoloğun, “Ben Nesli” diye bir kitabı var. Kitapta bu anlatılıyor. Bütün detaylarıyla. Bu kitabın okunması lazım. Eğitim, terbiye bir şekilde ortadan kaldırılıyor. Eğer bugün babasıyla adıyla hitap eden Amerikan gençliğini görüyorsak, liselerdeki o silahlı olayların temeline indiğimiz zaman bununla karşılaşıyoruz.
İkinci cephe baba otoritesini ortadan kaldırma hareketi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’ya göç eden çoğu Frankfurt Ekolü – bu ekol bir sosyal araştırma ekolüdür Almanya’da – bunlar sosyalizmin nihai zaferi için ne yapılır diye çalışırken, Amerika’ya göç ettikten sonra büyük çoğunluğu İkinci Dünya Savaşı’ndan kurtulmuş, Alman kamplarından kurtulmuş Yahudiler. Büyük çoğunluğunun anlamak istediği bir şey var. Ne oldu da Almanlar İkinci Dünya Savaşı’nda bizi, bu kadar insanı öldürdüler? Bunun analizini yapmaya çalışıyorlar. Vardıkları sonuç şu: Freud’un Oidipus kompleksine göre çocuk anneyle beraber olmak ister, baba engel çıkarır. Baba onu tehdit ettiği için çocuğun içinde babaya bir öfke birikir. Diyorlar ki Alman toplumunda biriken öfke bu Oidipus kompleksinden kaynaklanır. Psikolojide bir özellik daha vardır. Öfke her zaman çıkması gereken yerden çıkmaz. Mesela evinde eşiyle kavga etmiş adam ertesi gün iş yerinde sekreteri azarlayabilir. Buna da yer değiştirme denilir. İşte diyorlar ki: Bize olan (Yahudilere) yansıtılmış öfkenin temelinde ailede babaya karşı biriken öfke vardır. Peki bunun çözümü nedir? Amerikan Yahudi Komitesi, Amerika’daki sosyologlara görev veriyor. Otoriter kişiliğin araştırılmasını istiyor. Önyargı üzerine çalışmalar gibi bazı sosyal çalışmalar yaptırtıyor. Neticede vardıkları şey şu: Eğer otorite sorgulanırsa, ailede baba otoritesi bir şekilde kötü bir şey gibi sunulursa bizim Almanya’da yaşadığımız olaylar bir daha asla olmayacak. Burada çok ince bir mantık var.
Erich Fromm’un çok önemli kitaplarından bir tanesinde otoriter aileyi sado-mazoşist olarak tanımlıyor. Baba sadist, onun sözünü dinleyenler de mazoşist. Bu eğitim sistemine entegre edildikten sonra Amerika’da inanılmaz sosyal değişimler çıkıyor. Kevin MacDonald diye Amerikalı bir sosyoloğun çok önemli kitabı var. Bu kitabı okumakta fayda var. Bunun analizini yapıyor. Mesela Zencilerdeki gayrimeşru çocuk oranı yüzde 6’lardan yüzde 20’lere yükseliyor. Baba otoritesi kalktığı zaman aile dağılmaya başlıyor, çocuklar söz dinlemiyor. İşte bugünkü Amerikan toplumunda gördüğümüz kaos meydana çıkıyor. Okulların basılması, gençlerin hali… Bunun sosyal diğer yansımasıysa devlet otoritesine de karşı çıkıyorlar.
George Soros diye Yahudi asıllı bir Amerikalı multimilyoner zengin vardır. Londra’da okurken Londra Ekonomi Okulu’nda okurken Karl Popper diye bir filozofun öğrencisi. Popper, “açık toplum” diye bir toplumu savunuyor. “Toplumda devlet otoritesi olmaması lazım” diyor. Peki bundan bize ne diyeceksiniz? Yahu Gezi olayları. Gezi olayları güçlü bir iktidara karşı yapılan, Soros’un finanse ettiği bir olay.
Birinci cephe terbiye ortadan kalktı. İkinci cephe otorite hem ailede hem toplumda eleştirilir hale geldi. Bugün eğer bir kamuoyu yoklaması yapılacak olursa Cumhurbaşkanımızın arasında, gençler arasında eleştirilerden bir tanesi otoriterliği olacak. Bakın nereye geliyoruz… Bunların hepsi toplum mühendisliği projeleri.
Tespit edebildiğim üçüncü cephe anneliğin ve kadınlığın yavaş yavaş ortadan kaldırılması. Sözünü ettiğim “Ben Nesli” kitabında bir bölüm gözümden kaçmış. Tekrar okudum, inanamadım. 19 senede kadınların erkek hayat tarzını benimsemeleri, erkeksi sporlar yapmaları oranını yüzde 80 veriyor. İnsanlığı güçlü şekilde yeniden yapılandırma projesiyle karşı karşıyayız. Eğer bugün genç kızlarımız 35-40 yaşına gelip evlenmek istemiyorlarsa, ben kariyer yapacağım evlenmeyeceğim diyorlarsa kökleri orada aramak lazım. Fakat bunun bedelini kadınlar çok ağır ödüyor. Çünkü kadınlarda fıtrattan gelen merhametli olma, aile kurma, çocuklara bakma var… Filozoflar der ki: İki varoluş türü vardır. Biri var olma, diğeri sahip olma. Erkekler daha ziyade sahip olmaya mütemayildir. Malım olacak, mülküm olacak, itibarım olacak. Kadınlar sahip olmayı pek o kadar önemsemezler. Onun için çok bilgedir aslında. Analarımızı kast ediyorum. Fedakarlık yapar… Bu tarz hayat tarzı benimsendikten sonra iki kadından bir tanesi antidepresan kullanıyorsa işte nedenlerden bir tanesi de erkek hayat tarzını benimsemektir. Hangi mantık alıyor bir kadının güreşçi olmasını, boksör olmasını? İşte bunun nasıl ortaya çıktığını Jean M. Twenge, Hollywood üzerinden açıklıyor. O zaman daha sosyal medya yok. Neticede annelik gitti, terbiye gitti, baba gitti…
Dördüncü cephe her türlü cinsel sapkınlığın küresel olarak, eş zamanlı olarak teşvik edilmesi. Amerika’da yüzde 2 olan eşcinsellik oranı yüzde 4, yüzde 8’e yükseldi. Kadın eşcinselliği yüzde 30’lara yükseldi. Hiçbir sosyal dalgalanma bu kadar kısa zamanda böyle bir dalgalanma göstermez. Bu tetiklenmiş bir dalgalanma. Nitekim bütün kurumlara giriyorlar. Ta ki neticede artık Amerikalılar da isyan ettiler. Bununla da yetinmediler. Eşcinsellikle de yetinmeyip bir de trans belasını çıkardılar. Senin 16 yaşında kız kardeşin gelecek, ‘Ben erkek olmak istiyorum’ diyecek. Kadınlığa geçmeyi engelleyen ilaçları yutacak. Ondan sonra o çocuğa testosteron verecekler o çocuğa. Kılları çıkacak, sesi kalınlaşacak. Bu sefer göğüslerini aldıran namussuz bir cerrah bulacak. Ve ‘Bütün bunlar benim hakkım’ diyecek. Bütün bunlar nedir? İlk cephede dedim ki: Çocuk doğruyu kendi bulmalıdır diyorlar. 16 yaşında bir çocuğa hayatını mahvedeceksin, yapma dediğin zaman ben kendi kararımı kendim alırım diyecek. Dördüncü cephe her türlü cinsel sapkınlık. Onunla da yetinmediler, ‘P’ eklediler. P de sübyancılık. Açık açık savunuluyorlar bunu. Judith Butler dediğim kadın kitabında yazıyor. Hekaton’la Son Tango kitabımda bazı bölümlerini yazdım. Sübyancılığı savunuyor adamlar…
Beşinci cephe artık erkek, kadın kalmadı. Erkekle kadın birbirini çekmezse aile olmaz, toplum dağılır. Erkekler kadınlaşırsa, kadınlar erkekleşirse neticede çekmez. Artı ve eksi gibi. Bunun bize yansıması nasıl oldu? İstanbul Sözleşmesi. Kadın hakları maskesi hakkında… Hep hak; çocuk hakları, hayvan hakları diye projeleri istedikleri gibi üretiyorlar. Bu proje 2011-12 tarihinden sonra hızlandı. Bunun sebebi de sözde akıllı telefon ve sosyal medyanın hayatımıza girmesi. Jean Twenge “İnternet Nesli” kitabında bunu grafiklerle, bilimsel araştırmalarla açıklıyor.
2012’den itibaren artık bu dalgalanmalar normal değil, bu bir tsunami diyor. Hollywood ve basın yayın üzerinden bize yansıyan koşullandırmalar 2012’den sonra algoritma mühendisliği haline dönüştü. Algoritma bir reçete manasına gelir. Tek tek bizi etkilemeyen veriler bir araya geldiği zaman başka bir mana çıkıyor ortaya. Başladılar algoritma mühendisliği üzerinden bizimle istedikleri gibi oynamaya. Son 15-20 senede müşahede ettiğimiz hayvan sevgisinin abartılmış derecede artması. Bundan 20 sene evvel genç bir kızı çocuk arabasında kedi-köpekle gezdirirken görseydik, öyle bir şey olabilir miydi? Veya sen gitseydin anneannene, “Biz çocuk yapmayacağız” deseydin, kedi büyüteceğiz deseydin deli derlerdi değil mi? Böyle bir şey yoktur. Bu algoritma mühendisliğinin ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Türkiye’de kavga çıktı ‘sokak köpeklerine dokunmayın’ diye. Peki ne olacak eğer kız çocuğun merhameti insan yavrusundan hayvana kayarsa? Evlenmeyecek. Parçaları bir araya getirdiğimiz zaman niye kadınlarda evlilik yaşı 35-40’lara geliyor?
MAHŞERİN ÜÇ ATLISI: ZUCKERBERG, BRİN VE PAGE
Sosyal medyanın bütün gücü yüzde 90 oranlarında üç ismin elinde. Mahşerin üç atlısı diyorum bunlara. Bir tanesi Mark Zuckerberg. Sosyal medyanın tartışılmaz kralı. X o kadar yaygın değil, TikTok da değil. Google’ın da iki sahibi. Bunlar da Sergey Brin ile Larry Page. Rusya’dan Amerika’ya göç etmiş iki Yahudi. Bu üç isim istedikleri gibi bizi yönlendiriyorlar. Bugün karar verirlerse, aradan beş sene geçmeden onu yapar hale geliyor.
ELON MUSK'IN İNTİKAMI
Elon Musk çok ilginç bir fenomendir. Elon Musk’ı 750 milyar dolar zarara uğrattılar. Çünkü X’i almak istedi. Sosyal medya tekelini ellerinden kaçırmamak için almasını istemediler. Elon Musk yine de aldı. Tesla’yı 750 milyar dolar zarara soktular. X’te de LGBT vesaireyi eleştiren yayınlar çıkmaya başladı. Elon Musk’ın içinde çok büyük bir öfke var bunlara karşı, çünkü büyük oğlunu trans yaptılar, bunun intikamını almak istiyor. Geçen gün elini kaldırdı Nazi selamı yaptı.
Dünyada bir savaş var. Bir tarafta insanlık ifsat edilmek isteniyor. İsrailli tarihçi Noah Harari’nin kitabı bir milyon satmış Türkiye’de. “Siz veri birikiminden başka bir şey değilsiniz. En iyisi sizi kapatmak bir yere” diyor. Homo Deus kitabını okursanız göreceksiniz. Ne namus vardır, ne ahlak vardır, ne vicdan vardır, hepsi hikayedir” diyor. Bize alenen adam hakaret ediyor ve biz Türkiye’de bir milyon kitap sattırıyoruz adama. Daha ilginç bir şey söylüyor: Çok seçilmiş bir azınlık kapıda bekleyebilir diyor. O azınlık kim? Herhalde sosyal medyanın, silikon vadisinin kralları. Bir azınlık kapıda bekleyecek, hepimizi kapatacaklar. İstedikleri gibi de kontrol edecekler.
"HALK, TEHLİKENİN FARKINDA OLMALI VE DEVLETİ TEŞVİK ETMELİ"
İşte bunu anlatmaya çalışıyorum. Beş dakika içinde Necip Fazıl Ödül Töreni’nde muhterem Cumhurbaşkanımıza bunları anlatmaya çalıştım.
Bunları anladıktan sonra çok ciddi şekilde bir durum tespiti yaptıktan sonra mecazi veya gerçek anlamda seferberlik ilan etmemiz lazım. Ülke askeri olarak işgal edilmiş değil, hepimizin ruhu çalınmış, işgal edilmiş vaziyette.
Dünyadaki uyanık zamanımızın yüzde 40’ı ekranda geçiyor. Ne zaman sosyal medyanın içine girsek; araştırmacılar diyor ki orası savunmasız alan. O savunmasız alana girdiğin itibaren senden bütün enformasyonu çekiyorlar. Bizim ruhumuz bir şekilde holografik bir yansıtmayla adamların veri deposunda duruyor. İstedikleri gibi bizi manipüle etmek için kullanıyorlar. Bundan daha büyük bir tehlike olur mu? Dolayısıyla yüksek stratejik, sosyal araştırmalar akademisi acilen kurulmalı. Burada çok ciddi bir şekilde münferit yapılan bazı bakanlıkların çabaları, STK’ların çabaları yetmiyor. Karşımızda trilyonlarca dolar sermayesi olan, bizi her gün zehirleme potansiyeline sahip bir güç var. Hadisi şerifte şöyle buyuruluyor: Adem aleyhisselamın yaradılışından kıyamete kadar tek gözlü deccalden daha büyük bir tehlike gelmemiştir. Başka yerde mi arayacağız bunu? Neticede ümidimizi kaybetmeyeceğiz ama şu aşamada halkın büyük çoğunluğunun bu tehlikenin farkında olması lazım ve devletimizi teşvik etmesi lazım.
"ÇİN, ATEŞ DUVARIYLA KORUNUYOR, NİYE BİZİM DE HİLAL DUVARIMIZ OLMASIN?"
Çin korunuyor. Çin’in ateş duvarı var. Çin’in Tiktok’u kendine özel. Dünyayı ifsat ediyor ama kendi Tiktok’u özel. Bütün bu sosyal medya Çin’e giremiyor. Niye İslami hilal duvarı olmasın? Niye İslami sosyal medya olmasın? Niye İslami arama motoru olmasın? Türkiye artık sözü dinlenir bir ülke haline geldi. Bütün İslam alemi, 2 milyar insan bizim ağzımıza bakıyor. Cumhurbaşkanımıza onu arz ettim. Ben söylesem bu tehlike anlaşılmaz.
"CUMHURBAŞKANIMIZ, İSLAM ALEMİNE BİLDİRMELİ"
Efendimiz İslam’ı tebliğ ederken, o zamanki Mekkelileri topluyor. Şu dağın arkasında düşman ordusu var desem bana inanır mısınız diyor. Öyle bir tehlike var. İçinde yaşadığımız şu çağda en büyük tehlike bu. Bunu da ancak Cumhurbaşkanımız bildirirse İslam alemine toparlanma ihtimalimiz var. Çünkü ona inanırlar.
Farkında olan insanların bir araya gelmesi lazım. Katolikler bu konuda çok hassas. Amerika’da büyük direnç gösteriyorlar. Aklıselimin yerinde olan insanların gelip bu konuda ne yapabiliriz diye… Anlatabilmemiz lazım. Ondan sonra ittifak halinde… Ama benim gönlümden geçen evvela İslam alemi ittifakı olması lazım. Çin bizimle ittifak yapar mı şüphedeyim. Tiktok üzerinden zaten niyetinin pek iyi olmadığını gösterdi. Çocuklar Tiktok’ta Çin tarihini, değerlerini öğreniyorlar. Ruslarla, Macarlarla müşterek çalışma yapılır mı? Keşke olsa.
ÖRTÜLMÜŞLÜK KATSAYISI VE İSLAM ALEMİNİN SESSİZLİĞİ
Bu çalışmayı yaparken örtülmüşlük katsayısı diye bir şey fark ettim. Örtülmüşlük katsayısı eşittir ekran zamanı, ekran muhtevası çarpı benim psikolojik altyapım. Bu oranda ben örtülmüşüm. Bir anlamda sekeratül mevt, ölüm baygınlığı içindeyim. Buradan nereye gelmek istiyorum? Gazze olayında ne oldu da aciz kaldık, üç paralık heriflerin karşısında. Anlatabiliyor muyum, sekiz saat ekran zamanının bizi nasıl uyuşturduğunu? O aksiyonu, enerjiyi, cesareti çıkartamıyoruz ki? Çünkü zamanımız ekranda geçiyor. Adamlar da bu zaafımızı bildikleri için istedikleri gibi yayın yapıyorlar bize. İslam alemindeki tefrika, tetiklenmiş bir tefrika aynı zamanda. Sosyal mühendislik projesi oraya da gidiyor. Biz kuklalara dönüştük.
(Anne-babalara tavsiyeleriniz nelerdir?) Matriksten çıkın. Bütün sosyal medyayı hayatınızdan çıkartın. Boş zamanınızda cep telefonuyla oynamayın. Almanya’da bir deney yapılmış. Denekler Facebook’u bir hafta kullanmamış. Belirli bir kaygı düzelmesi var. Cep telefonunuzdan uzak durun. Kadın, bebek arabasında çocuğunu gezdiriyor, çocuk bakıyor annesine, kadın cep telefonuna bakıyor. Amerika’da bir annenin çocuğuyla gerin göz teması 5 dakika. Halbuki çocuk oradan bakıyor. Senden besleniyor, sen ondan besleniyorsun.
Çocuklar artık oyun oynamıyor. Jean Twenge’in son kitabının önsözünü yazdım. 1920’den beri nesillerin akışını anlatıyor. Çok değerli bir kitap, çıkacak yakında. İnsanlar birbirlerini görmüyorlar artık, bir şekilde birbirlerini teğet geçiyor.
İki görüş vardır; kalbi görüş başka bir şey. Nazar değil müşahede daha derine girer. Hakikate inebilirsem sana muhabbet edeceğim. Bizim bütün perdeleri aşıp birbirimize kavuşmamız lazım. Müşahede bu. 8 saat orada kaldıktan sonra nasıl olacak? Amerikalı bir araştırmacı diyor ki: Bu insanlar sadece ekrana baktıkları zaman örtünmüş değil, bakmadıkları zaman da tesiri altında.